27 Aralık 2011 Salı

Tahterevalli!

Tahterevalli!

Bazen iner bazen çıkar. Hayat gibi...

Çıkarken fazla sevinmemek, inerken fazla üzülmemek, her inişin bir çıkışı, her çıkışın bir inişi olduğunu unutmamak gerek.

En dip yaptığımız anlarda, belki de sevinmek bile lazım, zirve yapacağımız ânın umuduyla.

Zirve yaptığımız anlarda ise, belki de ürkmek lazım, dip yapacağımız ân sırada diye.

İşte hayat, bu ikisi arasında(dip-zirve, iniş-çıkış, mutluluk-hüzün) gidip gelirken yaşadıklarımız :)

Dip Not; Bi kursa başladım. Toplam bir ay sürecek, hızlandırılmış bir dil kursu. Haftada iki gün gidiyoruz, ikişer saatten dört saat toplamda. İlk hafta bi hoca geliyordu. Genç, alımlı olmayan, acemice hareketler yapabilen ama bi şekilde dersini anlatan biriydi. Bazılarımız, kendisine ve ders anlatma şekline alışmış, bazılarımız alışamamış, bazılarımız ise ikisinin arası idi.
Bugün bir baktık hoca değişmiş. Orta yaş grubunda, mesleği dil öğretmek olduğu belli olan, olaya hakim, ne istediğini bilen biri.
Bazılarımız ders anlatma şekline alıştı, bazılarımız alışamadı, bazılarımız ise ikisinin arasında :)
Biliyormusunuz? birinci hocadaki bazılarımız ile ikinci hocadaki bazılarımız tamamen değişik isimler.
Her şey(sınıf, öğrenciler, oturma düzeni, saat) aynı, hoca değişti, her şey değişti...

Hayat, biraz da böyle bir şey.

17 Aralık 2011 Cumartesi

Biliyormusun?

Biliyormusun?
Saçımı 3 numaraya vurdurdum, ilk zamanlar üşüdü biraz kafam ama çabuk alıştım. Bilirsin çabuk alışırım, bi arkadaşımın deyişiyle "sat komandoları" gibi, hayatın getirdiklerine alışmaya alışkınım.

Biliyormusun?
Kaşlarım çatılıyor ama hâlâ düzeltemiyorum bir türlü, özellikle konsantre gerektiren durumlarda...

Biliyormusun?
Çocukları daha çok seviyorum son birkaç yıldır. Zannediyorum nedeni; verilen sevginin tam karşılığını veriyor olmaları... Haa sen buna sevgini değiş tokuş ediyorsun diyebilirsin ama ben duygunun anlam bulması diyorum. Ve hatta "duygu" ya da "duyu"nun bir iletişim dili olduğunu düşünmeye başladım, his varya, hah işte ondan bahsediyorum.

Biliyormusun?
Akıllılarla daha rahat anlaşabildiğimi anladım. Hatta sevmem de gerekmiyor şahsı, sevmesem de anlaşabiliyorum.

Biliyormusun?
Elma demeyi ve alma demeyi artık çok daha rahat yapabiliyorum. Elma dediğim birine, aynı zaman diliminde alma dediğim de oluyor. Karşımdaki için bu durum biraz sıkıntılı olabiliyor ama benim için değil....

Biliyormusun?
Bu aralar başım belada! Allah'tan, yara izlerime bakıp aklımı başıma toplayabiliyorum. Umarım aynasız kalmam, yara izlerime bakabileceğim ayna, anladın değil mi.

Biliyormusun?
.
.
.

6 Aralık 2011 Salı

Bu aralar ben!

Bu aralar ben,

- Pek bi asabiyim zaman zaman.

- Günde iki kere nargile içilirmi lan! hemi de günler ve dahii haftalar boyunca(ama iyi geliyor valla gerilen sinirlerime, acayipte fikirler uçuşuyor beynimde ve bir çoğu hayat buluyor reelde.)

- Etrafımda, saygı duyan insanların olması hoş bir şey tabii ama daha önemlisi ne biliyormusunuz? benim saygı duyduğum insanların sayısının artması. (insan, sözünü dinleyen insanların olmasını istiyor ama belki de sözünü dinleyeceği insanların olması daha mutluluk verici, daha özel, daha zenginleştirici...)

- Yav bu kadınlar neden bu kadar tehlikeli varlıklar? abi, default olarak potansiyel bir tehlike taşıyorlar yav, bazıları ise (yani hemen hemen hepsi) bu tehlikeli olmak konusunda uzman. Bakın tehlikeli kadınlar, uyarmadı demeyin, ateş olsanız cürmünüz kadar yer yakarsınız ama dikkat edin yakayım derken yanmayın, fena yakarım :))

- Sabah sporunu herkese tavsiye ederim. Öyle uzun boylu değil, mesala eklemlerinizi(el, omuz, boyun, ayak, kalça ve bel) çalıştırın iki dakka, sonra bi iki şınav(20 olabilir) bi iki de mekik(20 dedikya) aha da bittiiii. İyi geliyor, yapın.

- Oğlum, varyaaa sinamaya gitmiyosanızzz, çok şey kaçırıyosunuz, gidin. Ortanın ortasından (enlem ve boylam olaraktan) bi yer isteyin(tabiiki görevli sizi dinleyecek ama kendince yorumlayacaktır bu durumu, eğer ekranda siz de görüyorsanız durum başka tabii) ortanın ortasından bi yer istedinizmi iyi. Şimdi yarım saat fragman ve reklam izleyin film başlayacak birazdan.(şerefsizler, hem 14 lira paramı alıyorlar hemde tam yarım saat reklam izlettiler, bi daha n*h giderim o avm deki o sinamaya)

- Abi, güzel yemek yemenin ucuz bi yolu yok mu yav, her gün yemekle beraber kazık yemekten bıktımda.

- Haaa metrobüs varya, kulaklıkla süper oluyo. E tabii kulaklık bi cihaza bağlı olmalı, mesala bi radyoya, radyo bir müzik çalmalı mesala türkü, olmadı yabancı pop da olur.

- Yav nezlenin grib'in bulaşıcı olduğunu bilirdim de, öksürük te mi bulaşıcı olurmuş, hadi oldu diyelim iki haftadır geçememsine ne diyeceğiz(nargileyimi bıraksam acaba, mesala bi gün içmesem)

-Ohhoooo sizde yazdıkça okuyosunuz hadi şimdilik bu kadar.

15 Kasım 2011 Salı

Başarı Nedir?

Sınıf birincisi olmak mı?
Kolej kazanmak mı?
Üniversiteyi kazanmak mı?
Üniversiteyi dereceye girerek kazanmak mı?
Üniversiteyi bitirmek mi?
Docent hatta profesör olmak mı?
İşini iyi yapan hatta "iyi" kazanan bir profesyonel olmak mı?
Kendi işini kurmak mı?
Çok para kazanmak mı?
Çocuk büyütmek mi?
Çocuklarının "başarılı olmaları için" didinmek mi?
Milletvekili, bakan hatta başbakan, cumhurbaşkanı olmak mı?
Kitap yazmak mı?
İyi saz yada söz söyleyebilmek mi?
.
.
.
Evet haklsınız, bu liste uzaar gideer.
Burda saydıklarım sizi bilmem ama beni sadece kısa bir süreliğine mutlu eder. Belki burda yazılanların bir kısmını başarabilmek, toplum tarafından başarılı olarak etiketlenilmeye de yarayabilir.

Bence "gerçek başarı" çok başka bir şey. Nedense, "hayat siz plan yaparken başınıza gelendir" cümlesi geliyor aklıma.

Başarı, amaç, hedef, yıldızlar, amaç uğruna yaşamak, başkalarını mutlu etmek için yaşamak...

BAŞARILI OLMAK.

Yaşa göre hedefi değişen ve değişen hedefi yakalayabilenlerin sahip olduğu PAYE.
Boş paye, içi kof paye, çuval yarışında birinci olsan n'olur olmasan n'olur.

1
2
3
TIP.

1 Kasım 2011 Salı

Sayıların dili

35+350 = 36-15

Bu denklem seneye bugün;

36+350 = 37-15 olacak

woooaaawwww süpermiş...

2011'in benim için harika bir yıl olmasından daha önemli olan ne biliyormusunuz?
Muhtemelen,
"2012'nin provası" olması... :)

8 Ekim 2011 Cumartesi

Kadına Şiddet!

Ağzı kulaklarına varıyor herifçioğlunun; Beeeennn yaaayınnnnladıııımmmmm! çünkü kadına şiddete dikkat çekmek için bunu yapmak zorundaydım! vaaayyy beeee...

Benim anladığım; "kadına arkadan saplanmış bıçak resmini, hemi de büyük boy basarsak manşetten accayip ses getirtir, parayla pulla sağlayamayacağımız reklamın, kralını yapmış oluruz. Bi taşla iki kuş ne kelime, tam beş kuş vururuz;
1)Tepki verenler dahi reklamımızı yapar.
2)Hem kadınlardan hem erkeklerden afferim alırız.
3)Gazateleri denetleyen kurumdan(vardır heralde öyle bir kurum) ceza alsak bile öderiz cezayı, cezayı öderken bile haklı oluruz puan kazanırız.
4) Sağcısı, solcusu, cıcısı, cucusu, kılı, tüyü hepsinin takdirini alırız, her zımbıttırıkta gündem oluruz, hepsinin adamı oluruz.
5) Böyle bir gazateciliğin en azından kendimiz için önünü açmış oluruz, bir kere yaptık artık, o yoldan defalarca gider geliriz, her gidip gelişimizde burdaki(arkadan bıçaklanmış kadın resmi) haklılığımızdan aldığımız güçle eleştirileri berteraf ederiz."

Geçenlerde iki eski arkadaşım(!) yumruk yumruğa kavga etmiş, bi başka arkadaşımıza haksızlık ettiğini söyleyerek biri diğerine, kavgayı başlatmış. Ama ben ikisini de tanıyorum, ne biri başka birinin hakkını korumak için kavga eder, ne de diğeri birileri dedi diye haksızlık etmekten geri durar. Şimdi ortada bir haksızlık var doğru. Biri öbürüne niye lan arkadaşımıza haksızlık ettin diyerek & stop stop stop, burda durun di-ye-rek. Haklı bir yere dayanıp oradan saldırıyor, dışarıdan bakan birisi vaayyyy beee ne erdemli bir davranış der, demezse adamdan şüphe edilir. Ama kazın ayağı öyle mi? değil tabii ki. Zaten hıncı olduğu birine diğeri, her kesin hak vereceği bir yerden saldırıyor mevzu bu.
Hakkı yenen arkadaşa, yani kendisi için kavga edilen arkadaşa aynen burda yazdıklarımı söyledim, önce hoşuna gitmedi. Senin olaylara bakışın hep bi tuhaf zaten dedi ve peşinden, en içten bakışlarla "doğru diyosun aynen dediğin gibi" dedi.

Arkadaşlar yaptığınız şark kurnazlığının ince bir versiyonudur. Ne senin derdin kadına şiddete dikkat çekmek, ne de senin derdin o arkadaşımızın hakkını korumak

Kadına şiddet mevzusu hakkında benim düşüncem; Sebepsiz(sebepli de ne yapacağımı da yazacam az sabır) yere bir kadına zarar vermem, vereni de adamdan saymam. Cocuğa şiddete de karşıyım hem de kadına şiddete olduğumdan daha çok. Çünkü çocuk savunamaz kendini, kadın en nihayetinde yetişkindir ve özgür iradesi vardır. Ha bu arada çocuğa şiddet en çok anneler tarafından uygulanıyor gibi geliyor bana. Ben mobinge de karşıyım işyeri terörü, yaw ben haksızlığın hepsine toptan karşıyım var mı daha ötesi; kadının çocuğa, erkeğin kadına, patronun işçiye, amirin memura...
Gelelim sebepli kısmına, mesala aldatılıyorum bir başka erkekle ve bunu öğrendim(uç bir örnek vereyimki mevzu netleşsin en berrağından) diyelim. E çok basit, bırakırım. Gitsin istediği ile istediği haltı yesin, hayat ona gereken cezayı verir nası olsa, vermese nolur, umurumda olmaz, önüme bakarım. Tabi öncelikle Allah kimsenin başına vermesin, yazıldığı kadar kolay olmaz bu süreci atlatmak.

Arkadaşlar eyy okuyucular :) "meselenin iç yüzü" denen mevzu dış yüzünden çok daha önemlidir, insanların dediklerinden ziyade ne demek istedikleri önemlidir, dikkat edin, kurda kuşa yem etmeyin kendinizi. Hadi bakiyim kalın sağlıcakla :))

5 Ekim 2011 Çarşamba

Bazen

Hayat bazen, her tuttuğun dalın eline gelmesidir, ve belki de daha kötüsü; bunun nerede duracağını bilememektir, kestirememektir.

Ama bazen de; tereyağından kıl çeker gibidir. Ve belki de bir tüyü üflemek gibidir.

Esas mesele ise; hayatın iniş ve çıkışlarını yaşarken "adelet" ile hükmedebilmektir.

13 Eylül 2011 Salı

ooooollllmaaazzzzz!

Rakı'ya su katılınca beyazlaşır arkadaş, hem su katayım hem beyazlaşmasın dersen oooollllmmmaaaazzzz! beyazlaşır.

Seviş benimle ama iş ilişkimiz aynen devam etsin dersen oooollllmaaaazzzzz! değişir.

Bazı olabilecek şeylere ise, kişinin kendisi olmaz dediyse bir kere, olacağı varsa da oooolllllmaazzzzz! Zehirli cümleler kurmamalı.

Bazen de, cümle alemin olmaz dediği şeye olur diyen adamların dediği olur, örnek bakınız; Galileo, Fatih Sultan Mehmet.

Diyen kaçtı.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Aaa laaa luuu naaaa

Hatırlayanınız var mı bilmiyorum. Gözünüzde canlandırın; bi mutfak, afacan bi çocuk 8-10 yaşlarında, ablası ve arkadaşı 18 yaşlarında var yoklar. Yanılmıyorsam kızlar, çocuktan margarini istiyorlar, o da yalvartırcasına aaaa laaaaa luuu naaaa diye margarinin ismini söylemelerini istiyor. Çocuk, beğenmediği her seferin sonunda olmadı bi daha diyor :).
(bunca zaman aklımda kaldığına göre reklam başarılıymış bu arada anti parantez yaaani)

Elbette kimse kimseyi taşımak zorunda değil, ve elbette kimse her hangi bir şeye mecbur değil, değil değil mi? değil, değil :)

Lakin hayat, çoğu zaman olmadı bi daha demiyor, sadece, olmadı, hadi eyvallah diyebiliyor...

(Ramazan, aç kalmanın çooook ötesinde bişeymiş diye düşünen hayatVEtavla)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Seçmek ya da seçmemek, işte bütün mesele bu

Hayat bir de; seçimlerimizin cefasını çekmek ya da sefasını sürmektir...

Birini sevmemeyi seçmek, süper bi seçim.

Birine kızmamayı seçmek, harkulade.

Gözlerinin içine bakan çocuğu görmezden gelmemeyi seçip, başını okşamak ve gülümsemesiyle tazelenmek, müthiş.
.
.
.
sibel'inde dediği gibi, hayat seçimlerden ibarettir çoğu zaman.

26 Temmuz 2011 Salı

Di-lek

Bi yeteneğim vardır elbette benim de ama denizdeki balığın suyun farkına varmayışı gibi ben de pek farkında değilim. Aklıma bazı şeyler geliyor ama benim için o kadar normaller ki buraya yazmaya dahi gerek görmüyorum.

Mesala Nazım Hikmet için yazmak sıradan bi meşgaleymiştir heralde ya da zorlanmadan kendini ifade edebildiği, kendini özgür ve hâkim(mevzuya) hissettiği bir zaman dilimi imiştir heralde.
Nazım için söylediklerimi Aşık Veysel Şatıroğlu için de söyleyebilirim( bu arada Nazım'ın soyadı Ran :) ). Elbette bunlar gibi çok var, içeriden ve dışarıdan.
Edison,
Leonarda Da Vinci,
İbni Sina,
Mimar Sinan,
Kanuni ( :) Kanuni'nin yeteneği Olsa olsa "yönetmek" üzerinedir, herifin sıfatı adının bir parçası olmuş baksanıza. Umarım, adeletle hükmetmiştir)
.
.
.

Bu liste çook uzar.
Sadede geleyim.
Bir dilek dileyecek olsam; Sazı eline aldığında, suyla bütünleşen yüzcücüler gibi bütünleşenler vardırya(burda yazmıştım) Un'a karışan suyun, hamur olurken kaybolması gibi,
duygularını kelimelere dökerken,
bizi başka bir diyara(âleme) götüren
kalem sahipleri vardırya,
hah işte onların yeteneği ile yeteneklenmek isterdim.

Saygılar. (Tabiiki ustalara) :))

17 Temmuz 2011 Pazar

Çatı Katı

Hani hep erkekler'in aldatması ile ilgilenirizya,
kadınlarını bir başka kadınla aldatmalarından bahsediyoruz değil mi?
pekiii bu "başka kadınlar" kocası olan(evli) kadınlardan biri olamaz mı?
Bence,
pekala oluuur.

Tamam tamam lafı gevelemeye gerek yok. Başka karılarla(bilerek bu tabiri kullanıyorum) kadınlarını aldatan erkekler bilsinler ki, kadınlar aldatıldıklarını çok çabuk anlarlar ve anladıkları andan itibaren intikam peşinde koşarlar ve intikamlarını alırkende muhtemelen erkeklerden daha az vicdan azabı çekerler.

Ballandıra ballandıra başka karılarla kendi kadınlarını aldatan erkekleri dinlerken hep aklımdan geçer ama bir türlü soramam :) Lan hıyar, ya senin karında seni aldatıyorsa ve senin ruhun duymuyorsa(bu konuda kadınlar daha başarılıdır) ve hatta senin zannettiğin çocuk(yada çocuklar) senin değilse (amerikada başkasının çocuğunu kendi çocuğu zanneden erkeklerin oranı 6 yıl önce %24 idi(imiş)) gene de yediğin haltları ballandıra ballandıra anlatırmıydın? (halt yermiydin ki, yiyebilirmiydin ki)

Geçen gün eski hızlılardan! birine soruyorum;
- hiç evli kadınlarla yattınmı?
- genelde dul ya da evlileri tercih ederdim zaten.
- peki başkasının kadını ile beraber olurken hiç rahatsızlık duymuyormuydun?
- yoo, benimle yapmasa başkasıyla yapacak zaten diye düşünüyordum.

Adam(insan) olun adam. Ezik egonuzu, karınızı/kocanızı(aslında kendinizi) aldatarak kurtaramazsınız.

Güya, "çatı katı" filmini anlatacaktım, kurmuştum da aslında kafamda algoritmasını, belki daha sonra yazarım.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Halil ve Hamit= HayatVEtavla

Trabzonspor'a transfer olmuş.
Adı Halil.

Real madrid'e transfer olmuş.
Adı Hamit.

İkisinin soyadıda Altıntop.

Bunlar kardeş.

Hem de ikiz.

Hem de tek yumurta ikizi.

O kadar çok şeyleri aynı ki...

Ama...

Bunun adı; hayat.

Zar'ın hepyek değil düşeş gelmesi gibi.

Trabzonspor'a transfer olmuş.
Adı Halil.

Real madrid'e transfer olmuş.
Adı Hamit.
...

21 Haziran 2011 Salı

Bence de sence, Ramiz dayı!

Ramiz dayının repliklerinden derleme yapmışlar. Mealen aktarıyorum;
"Karşındaki seni bir kere aldattıysa o'nun suçudur, defalarca aldattıysa/aldatıyorsa senin suçundur"

Alt yazı:
Anlamakta zorlananlar için :) (özellikle, hatun kısmı olduğu için geç anlayan okuyucular için) :))) evet çok komikk :)) Ama n'apabilirim tanrı sizi böyle şirin yaratmış; şirin ve bazen geç anlayan :)))

Yani diyorki; bi kere kandırılabilirsin ama defalarca kandırılıyorsan kusura bakma bu senin .şekliğin, sen izin veriyorsun ya da ses çıkartmıyorsun ya da ilişkini devam ettiriyorsun ya da tepki vermiyorsun o da devam ediyor felan filan, anlayabildiniz mi? anlayamadı iseniz bi alt yazı daha geçebilirim :)

15 Haziran 2011 Çarşamba

Risk Almak



Bodoslama dalmak, e-e değil.
İnce eleyip sık dokumak, hayır.
Bilmediğin sularda yüzmek, e-e.
Ya tutarsa diye düşünerek hareket etmek, bu da değil.
Sınavda hocanın sorduğu risk nedir sorusuna, kağıda sadece, "risk budur" yazmak da değildir.(tamam risk aldın, karşılığı sıfır almak, hayırlı olsun aldığın risk)

Peki nedir risk almak?

Bence;

100 birim üzerinden gidersek, 50 den en az 1 fazlasına + işaretini koyduktan sonra, geri kalanın büyük bir kısmını çalışma ile doldurmak, eğer hala boşluk kaldıysa onu da zarlara(hayatın olumlu olumsuz sürprizlerine) bırakmaktır.

Risk var mı yok mu? diye incelerken, yarısına kadar su dolu olan bardağa baktığında, bardağın sadece boş kısımını yada dolu kısımını görenler,
lütfen bu inceleme işini, "bardağın yarısı boş yarısı dolu" diyebilen arkadaşlara bıraksınlar :)

5 Haziran 2011 Pazar

Ayı mı? Dayı mı?




Merak ediyorum;

Ayı'ya dayı demekte(köprüyü geçene kadar) mahsur görmeyen hatta gerekli olduğunu iddia eden arkadaşlar, bir ömrü böyle geçirmek zorunda olduklarını bilmiyorlar mı? bu tercihi ilk yaptıklarında.

Hayat denen bu serüvende benim karşıma defalarca köprü çıktığına göre, dayı'cı(pardon ayı'cı) arkadaşların da çıkıyordur.Ve o köprülerin üstünde hep ayı ve ayılar ve hatta bazen ayı sürüleri vardı.

Adam olun lannn, adam olun ki ayı'ya dayı demeyin, yoksa dayıya da ayı demek zorunda kalırsınız ki bu da, dayınızın pek hoşunuza gitmeyebilir.

Be hey ilkesizliklerine kılıf uydurma yarışına giren ayı'cılar, ayı'dan dayı OLMAZ!

İlginç bi yazı oldu. Hımmm bu dili kullanan yazılara devam etmeliyim.

27 Mayıs 2011 Cuma

Hayat Bazen

Hayat; bazen beklemeyi, bazen yürümeyi, bazen koşmayı, bazen şemsiye açmayı, bazen sinemaya gitmeyi, bazen sabretmeyi, bazen hayır demeyi, bazen evet dedirtmeyi, bazen konuşmayı, bazen susmayı bilmektir.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

13 Mayıs 2011 Cuma

İcraatın İçinden :)

Evet, altın eşiğin gümüş eşiğe işinin düşebileceği bir düzen var hayatta ama, tırnağın varsa başını kaşırsın’a göre hareket etmek, edebilmek, hesabı ona göre yapmak, yapabilmek en iyisi.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Konuk Yazı :)

Aşşağıda okuyacaklarınızın sorumluluğu kesinlikle bana ait DEĞİLDİR! :)
Sibel Bacıdan iznini alarak bloğuma beleş bir yazı eklemiş bulunuyorum

Sibel Ablamızın bloğunun linki ahanda budur; http://sibel-alem.blogspot.com/

Alıntı başlıyor(film başlıyor gibi hehehe)
Küçükken dedem ile birkaç kez oynamanın dışında hiç tavla oynamışlığım yoktur. Pratik sıfır ama teoride bilirim bu oyunu. Birçok strateji oyununda olduğu gibi bunu da yaşamın kendisine benzetirim.



Bir kere tek başına oynanan bir oyun değildir tavla. Yaşamda olduğu gibi bu oyunda da karşı tarafla bir etkileşim söz konusudur. Kimin kazanacağını şans, tecrübe ve bilgi faktörleri belirleyecektir. Aslında her iki taraf da kazanan olabilir farklı açılardan. Biri yendiğinde, diğeri ise yenildiğinde edineceği dersleri öğrenerek birer galibiyet alırlar.


Siyah ve beyaz pullar, gece ve gündüz gibidir ve sayıları da bir ayın günleri kadardır. Sanki gece ile gündüz birbirlerinden üstün olduklarını ispat etmek ister gibidirler. Oysa biri olmadan diğerinin hiçbir anlamı olmadığı üzerine kuruludur bütün yaşam. Üzerinde oynadıkları Dünya sahnesinde zaman günlerin ve gecelerin yanısıra aylara ve sonra da yıllara ayrılır ve bir yılda da tam 12 ay vardır. Bunlar da tahtanın her bir kanadındaki yerlerini almış, pulların tek tek üstlerinden geçmelerini beklerler.


Tavla tahtası üzerinde zaman kavramını taşıyan Dünya’nın kendisiyse eğer zarlar ise gezegenlerdir belki. Gezegenlerin birbirleri ile yaptıkları açılar gibi zarlar da altının ikili permütasyonları şeklinde açılar yaparlar birbirlerine, tıpkı gezegenler gibi. Hatta zar üzerinde altıdan büyük sayı olmamasının nedeni, tavlanın icadının Plüton'un keşfinden önce olması bile olabilir.

Kimi zaman zarlar belirler oyunun gidişini, kimi zaman da oyuncular. Zarlar belirlediğinde ortaya çıkana YAZGI, pullar belirlediğindekine ise ÖZGÜR İRADE denir. Sonuç ise herzaman KADER'dir.

Yazgı denen şey sana tek bir seçim sunar sadece. Yani öyle bir zar gelir ki tek bir hamle imkanı verir sana ve sonuu da bellidir. Rakibin atacağı zara göre yeni olasılıklar belirene kadar önünde yazgın belirler bulunduğun noktayı. Rakibin sırası geçince yine zar atılır: Yazgı mı, Özgür İrade mi gelecek?

Özgür İrade çıkarsa zarlardan, bu demektir ki önünde birden fazla seçenek var. Olasılıklardan birini seçer ve oyunun gidişatını kendi ellerinle belirlersin.

İşte bu yüzden tavlanın içinde yaşamın ta kendisi vardır. Astrolojinin anlatmaya uğraştığı yaşam da budur zaten. Şunu der sana: Senden büyük bir İlahi Düzen var insanoğlu. Kimi zaman onun sana verdiklerini yaşarsın sadece, çoğunlukla da gökyüzünden gelen enerjiler belli yolları açar önünde ve seçim sana bırakılır. Her ne olursa olsun gidiş yönün hep ileriye doğrudur, tavlada olduğu gibi geri hareket yoktur hiç.

Tavlada belki ama hileye yer yoktur yaşam oyununda. Ne yaparsan yap, zar tutamazsın mesela. Yapabileceğin yegane şey, eğer zarlar senden Özgür İdareni kullanmanı istediyse yani "zar geldiyse" önceki oyunlardan öğrendiğin - ki eğer öğrenebildiysen - stratejileri uygulamak, becerileri kullanmaktır. Bazen dalgınlığa düşüp bildiğin hamleleri yapamayabilirsin, o zaman ortaya çıkacak kaderi de kabullenip, bunun da bir nedeni olduğuna inanmak kalır sana. İlerlemek var, gerilemek yok demiştik ya bu durumu da ilerlemek için gerekli bir adım olarak görmek ve kabul etmek gerekir. Buna da tevekkül der erenler.

Haa, Mars da bu oyunun ayrılmaz parçalarından biridir. Savaş tanrısıdır ya Mars belki de o yüzden bu mücadele meydanında onun adı duyulur sadece. Karşı taraf hiç pul toplayamadan oyunu bitiren Mars eder rakibini.

Tavlada kazanan, tavla tahtasını kapatıp kaybedenin kolunun altına sıkıştırıverir oyunun sonunda ve "Öğren de gel" der. Hayatta da böyledir. Beceremediysen bu sahnedeki oyunu, dürüverirler defterini ve eline verirler yeniden. Bir kez daha oynarsın aynı oyunu benzer rollerle ve tanıdık ruhlarla karşılaşıp helalleşirsin hatta. Yine beceremezsen bir kez daha gelirsin dünyaya. Yenilen pehlivan güreşe doymaz derler ya, sen de yenile yenile devam edersin yoluna. Taa ki kazanmayı ve bir kez kazandıktan sonra da o mertebede kalmayı öğrenene dek.

Bir bakın oynamakta olduğunuz oyuna. Kırık pulunuz mu var? Bekleyin bakalım zar gelmesini! Şimdi çok önemli zarlar atılmakta gökyüzünde, size de uygunu düşecektir ve umarım ki düşeş gelecektir. Yalnız zarlara güvenip çok da emin olmayın kazanacağınızdan. Bir sonraki zar atışı sizi üzebilir. O zaman zarların Özgür İrade'yi gösterdiği her an iş başa düşüyor. Kalkın ve üzerinize düşeni yapın şimdi. Yoksa yenilen pehlivan olmaya devam etmek düşer payınıza.
Alıntı bitti.

Eee, yazıya gelen yorumlara kim cevap verecek? Ben mi, Sibel mi? Bakarız yaws, beni ilgilendiriyorsa ben, onu ilgilendiriyorsa o cevap verir.

24 Nisan 2011 Pazar

Fırsatlar

Daha önceden de biliyordum ama ezbere, artık niyesiyle birlikte, biliyorum.

Sorunlar, kendimizi daha ileriye(sorun'un cinsine göredir, hangi alanda ileri gideceğimiz.) taşıyabilmemiz için önümüze çıkan fırsatlardır. Ya karşılarında debelenip dururuz bir arpa boyu yol almadan, ya da aşıp, enginlere doğru yelken basarız.

Mesele, sorunsuz bir yaşam'a sahip olmak değil, sorunları aşma katsayımızın ne kadar olduğudur.

Dipis notus: İnsan olarak boyumuzu aşan meseleler(deprem gibi, ölüm gibi, amansız hastalıklar gibi) nolcak diye çıkmayın karşıma çarparım :))

20 Nisan 2011 Çarşamba

Ölüler; toprak altında cansız yatan bedenler

Yaşayan ölüleriz biz öyle değil mi?
Tıpkı bizden önceki atalarımızın olduğu gibi,
tıpkı torunlarımızın olacağı gibi...

Ey ölüm,
Bugün sana bir adım daha yanaştım ve seni bir adım daha SEVDİM.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Bu bir taslaktır...

Birilerinin bi yerlerde yapmış olduğu herhangi bir şey, birçok başka şey ya da şeylerin tetikleyicisi olabilmektedir. Kelebek etkisi de diyorlar buna. Diyalektik, sebep-sonuç, vesile olmak olarakta tanımlanabilir...

İzlediğim bir film(Limit Yok) bunları da kapsıyor olmasına rağmen, esas vurgusu kişinin potansiyelini zirvede kullanabilmesi için geliştirilmiş bir ilacın,(ölüme götüren yan etkileri de olan) bunu sağlıyor olması.

İnsanın canı bazen pamuk ipliğine bağlı olmuyor mu?
Bir kaş kaldırma(bir büyüğümüz ya da saygı duyduğumuz biri tarafından yapıldığında) hareketlerimizi sınırlandırmıyor mu? yerine göre.
Peki bir gülümseme(çocuğumuzun, karımız/kocamız/sevgilimizin) ile dünyalar bizim olmuyor mu? bazen.
Bütün dünya size cephe almış gibi dururken, bir dost eli ile hayata tutunduğunuz olmuyor mu?

Oluyor. Evet oluyor da, mesele bu da değil.

Mesele şu; Po-tan-si-ye-li-mi-zi maksimum seviyede kullanabilmemizin bir yolu var mı?

Benim çözüm önerilerim;
Spor yapmak, fazla sıkıcı olmasına musade etmeden.
Birilerine, bildiğimiz bir şeyleri öğretmek.(Bilgisar, ensturuman bibi...)
Yeni bişey öğrenmek.(yeni bir dil, tarihten bir kesit, bir spor dalı gibi...)
Hatırlama egzersizleri.(eski tanıdıklarımızın isimleri, eski yaşadıklarımızın detayları gib...)
Kitap okumak. (mümkünse farklı kültürlerden ve farklı ilgi alanlarında...)
Yaşanılan günün notunu almak birkaç cümle ile, bu yazılanları gözden geçirmek periyodik olarak.
Kişişel bakımı boşvermemek.(fazla abartmadan)
Sinama, hatta tiyatroyu takip etmek.(notlarını alıp, daha sonra okumak aynı zamanda)

Önerilerime ilave olacak önerilenirizi esirgemezseniz sevinirim.

Her bir ilave, yazıyı taslak olmaktan uzaklaştırmaya yardımcı olacaktır, her bir ilave bir kanat çırpış(kelebek etkisi) olacaktır :)

3 Nisan 2011 Pazar

Bence de tuhaf ama yapacak bişey yok :)

Sunday------>pazar. neden çünkü pazar günleri güneşlidir.
Monday-------> pazartesi. Neden çünkü mankafalıdır, pazartesiler.
Tuesday------> salı. two iki demekya, bunun da söylenişi ona benziyor ya o yüzden.
Wednesday--->çarşamba. W nun ortası haftanın da ortası gibin duraaayy.
thusday ------> perşembe. aslında bunun da söylenişi iki ye benziyor ama ikinin kontenjanını salı doldurduğu için buna perşembe düştü.
Friday----> nam-ı değer özgür gün.
saturday---->cumartesi. saturunden bişey alacak olsam c.tesi giderdim dolauısıyla bu da öyle.

Benim kafanın çalışma şeklinin yazımsal resmidir az önce okuduğunuz... :))

30 Mart 2011 Çarşamba

Yeniden Doğmak

- Kabuğundan çıkmaya çalışan bir civciv.
- Çiçekten meyveye dönen domates.
- Annesi tarafından yalanan bir buzağı.
- Bir bebeğin başındaki, ilerde saç olacak tüyleri.
...................................................

- Sıgarayı bırakmak.
- Sevgiliye elvada demek.
- Arkadaşının "arkandaki daş" olmadığını anladıktan sonra, kendi yoluna gitmek.
- Baharın gelmesi.
- Teoriden pratiğe geçmek.
- Oturmayı bırakıp ayağa kalkacak gücü bulmak bacaklarında.
.
.
.
.
Zümrüd-ü anka kuşu gibi değil belki ama kartal gibi, yeniden doğmak...

16 Mart 2011 Çarşamba

Haklısın Pargalı

Bazan kalem tutacak el'e, bazan kazma sallayacak el'e ihtiyaç vardır. Kazma sallayacak el'e kalem vermemek gerektiği gibi, kalem tutacak el'e de kazma vermemek gerek.
Haklısın pargalı devşirme İbrahim.

2 Mart 2011 Çarşamba

Dinleyiniz Beğeneceksiniz

Tüme varalım mı? biraz :)

Sazın tınısını sevdiğimi anladığım yaşlar 13 civarıydı.
Okul dönemimde ve hayat içerisinde kürt arkadaşlarım oldu.
Ahmet Kaya dinlemekten hoşlandığımı anlamam, lise-yüksekokul civarına denk düşer.

Pek alevi arkadaşlarım olduğunu söyleyemem ama Aşık Mahsuni Şerif'in sazı ve sözü kullanmayı bilmesini sevdim. Ayrıca alevi arkadaşlar "konuşabildiğim" arkadaşlar arasındadır.
Konuşabilmeyi çok önemserim ben. Konuşabilmeyi çok insani bulurum, anlaşabilmek çok önemli değildir, önemli olan konuşabiliyor olmam. Konuşabiliyorsam, anlaşabildiğim bir şeyler de var demektir ayrıca.

Bi arkadaşım benim böyle takıntılarımın olmayışını "önyargılı" olmadığıma bağlıyordu, konuşabilmekten öte, kendisiyle konuşmaktan zevk aldığım, kürt bir arkadaşım.
Benim açıklamam ise çok basit; doğarken bize sormuyorlar ki hangi milletten olmak istediğimizi.

İlk minübüste denk geldim. Çok içten bi ses, saz eşliğinde bir türkü söylüyordu.

Kızlı erkekli bi grupla bir yılbaşı gecesi(2010'a girerken) sazıyla bize eşlik eden arkadaştan, "elfida"yı söylemesini istedim. Amaa diyordum, Haluk Leventin değil, sazıyla söyleyen birisi var onunki olsun, ismini dahi bilmiyordum henüz. Arkadaş ismini söyledi, bildiği kadar söylemeye çalıştı. İnternete girdik ve evet o ses, o içtenlik, o türkü.

İlerleyen günlerde kendisini canlı izleme şansım da oldu.
Sanki, denize atlıyor ve yüzüyordu sazıyla bütünleşirken.
Sanki, un'a katılan su oluyordu, sazını çalarak türkülerini söylerken.
Sanki, çayın içindeki şeker oluyordu, kayboluyordu, mest oluyordu mest ettiğini çokta umursamadan...

Dezavantajı avantaja dönüştürebilenlerdir kendisi aynı zamanda, bere yakışıyor :).
Bazan bıyıklıdır, dudak altında minik sakal aksesuarıyla.
Genelde siyah tişörtler giyer.
Halktan biridir, armani baskılı tişörtleri giyerken, belki farkında bile değildi üzerinden yapılacak polemiklerin.
İlk canlı performansını dinlediğimde, yanımdaki arkadaşa: "Ahmet Kaya, Mahsuni Şerif karışımı biri lan bu" dediğimi hatırlıyorum.

Arayın, bulun, denk gelin, dinleyin, yaşayın kendisini.
O, şimdi(bizimle aynı zaman diliminde var olan).
O, bugün.
O, canlı.
O, Beşir
Ama daha çok,
O, HOZAN BEŞİR.

24 Şubat 2011 Perşembe

Deprasyon hapı mı vardı önceden?

Alıntı

"Büyüyorsun kuzum. İlk değildir muhtemelen şu anki dip durumun ama son olmayacağı kesin.
Daha bunlardan epey bi gelecek başına hayat içinde, zaman zaman.
Rahat ooolllll bişi olmaz. :)

"Öldürmeyen acı kuvvetlendirir" lafını duymaktan ve söylemekten bıktığında, bu tip "dip" durumlarında, canın daha az yanacak merak etme.
Canım yaa, hoşgeldin aramıza, büyümek böyle oluyor :)"

Alıntı bitti :)

Bir blogger'a,
dip yapmış bir blogger'a,
yazdığı içerikten ziyade yazma tarzı hoşuma giden dip yapmış bir blogger'a,
yaptığım yorumdur.

İki gün sonra, bu sefer ben "dip"ten kurtulmaya çalışırken tekrar okudumda yorumumu, iyi geldi :)
Lan ben bunu kendime de yazmışım meğer, dedim kendi kendime.
Hep bu puşt "lodos" yüzünden oluyor haa, ağzını burnunu kıracam bu lodos'un. Lodos olduğu günler, mümkünse kendimi bir odaya kapatasım var :)

Yok yok iyiki var lodos. Dipler iyiki var. Yoksa hayat'ı hep güllük gülistanlık zannederdik. Oysa biliyoruz ki değil.
Hem mesele dip yapmamak değil, dipten çıkabilme kabiliyetimizin derecesi. Evet evet derecesi, seviyesi, 10 üzerinden kaç ettiği. Bu seviye ne kadar yüksekse, hayat o kadar kolay ve siz(biz) o kadar güçlüsünüz.

Blogger kim mi :) Leah. Sağ üst köşedeki takipçiler arasında bulabilirsiniz kendisini.

17 Şubat 2011 Perşembe

Hayat bir de...

Tıkanan yolların, ya da tıkanıyormuş gibi görünen yolların, aslında yeni yönlere ve yollara yelken açmak olduğunu unutmadan, hayata öfkelenmemek gerektiğini bilerek, yön vermek yaşantıya...

15 Şubat 2011 Salı

http://uykusuznakkal.blogspot.com/

Bilirim o duyguyu.

Okul yeni bitmişti 10 sene kadar evveldi. Bir kızı sevmiştim, o da beni sevmişti. Hâla masum masum durur yaşanmışlıklar klasörümün bir kenarında. Hatta bana mı bilmiyorum ama beni ilgilendiren şiirler bile yazdığını biliyorum, muhtemelen benimle ilgili...
Her şey çok iyi giderken bir gün dedim ki; -benim kullandığım arabanın yan koltuğunda otururken kendisine ve yüzüme bakamıyorken kendisi- bu işte bi anormallik var herşey fazlasıyla iyi gidiyor, bi yerlerde bi sorun olmaması beni düşündürüyor.

Küçükken, burdan baktığımda çok çok küçükken, yaklaşık 25 yıl önce ve ben henüz her sene köyüme gidiyorken ve dedemler henüz İstanbula gelmemişken...
Derenin kenarında, hani şu köyümüzü kaza'ya bağlayan yolun yanındaki derenin kenarında.
Arkadaşlarımın, çekirgelerin kanatlarını koparırken birde yetmezmiş gibi arkasına diken sokuyorken ki gibi demek istiyorsunuz galiba.
Bu hareketi anlamamıştım, anlamadığım şeyleri yapmıyor belki de yapamıyor olmam o zamanlardan geliyor olsa gerek, belki de genlerle geçmiştir. Yeğenim gibi, benim bi zamanlar olduğum yaştan henüz daha küçük olan yeğenim gibi. O da anlamadığı(kafasına yatmayan) şeyleri yapmıyor belki de yapamıyor.

Önce anlamamıştım. Seksenler, yetmişler, bugün bi de baktım atmış dokuz bile varmış. Demek ki yaşınız 46 civarı bir eksik bir fazla olabilir :)
Ben aslında "kız çocuğu" diye size seslenen biri vardıya ona takılmıştım. Bana "adam" galiba lan bu dedirten bi duruşu vardı sanki.
Sonra Annenizin karşı komşusu olan çocukta "enterasan" gelmeye başladı. Sonra "hikayedeki" siz de enterasan gelmeye başladınız. Ve, zamandan bağımsız yazılarınızın, bağımlısı oldum.

Birde, bir şekilde, yazmaya devam ediyor oluşunuz ilginçti. Ben dahil olmadan önceki süreçte özellikle. Çünkü; yazıyordunuz, ısrarla yazıyordunuz. Sanki kendinize yazıyordunuz, okunma kaygısından bağımsız. İşte bu bağımsızlık ve yaşanmışlıkların özgünlüğü idi, hep aynı yazıya bakmak zorunda kalsam da, hâla yazmış olma ihtimaliniz dolayısıyla arada bir ziyaretlerimin sebeb-i hikmeti.

Siz yazın, önce kendiniz için, sonra benim için. Olur mu? :)

Sevgiler, Saygılar...

8 Şubat 2011 Salı

Benziyorlar sanki

Hayat biraz da;

Dü-şeş beklerken hep yek gelmesine isyan etmemektir.
Beklemediğin anda dü-şeş gelmesini normal karşılamaktır.

Düşeşten daha çok hep yeke ihtiyaç duymaktır.(bazen)

Bir el önce ve bir el sonra gelen zar'ın anlamsız olabilmesidır.

Son zarda çift gelip, oyunu kaybetmek ya da kazanmaktır.

Oyunu son zara bırakmamaktır.

Oynamayı bilmektir.
İstemeyi(zar'ı beyin dalgalrıyla yönlendirmek) bilmektir.

Risk almayı bilmektir.(yerinde ve zamanında)
Korkmayı bilmektir.(mümkünse hep)

Korkularının üstüne gitmeyi bilmektir.(bazen)

Karşındaki oyuncuyu küçümsememektir.
karşındaki oyuncudan korkmamaktır.

Bi el kazandın diye sevinmemektir.
Bi el kaybettin diye üzülmemektir.

Bir kere yenildiysen, sadece "bir kere" yenilmişsin demektir.
Bir kere yendiysen de aynısı geçerlidir.

Zar'ın oyunu bozabileceğini bilmektir, zorun da...

Yenildiğinde rakibinin elini sıkabilmektir.
Yendiğinde tebrik beklememektir.

4 Şubat 2011 Cuma

...yarısı...

Hayatın yarısı söylemekse, yarısı yazmaktır.*

*Yusuf Hayaloğlu

1 Şubat 2011 Salı

Attention!!!

Yumuşak huylu, yumuşak yüzlü, ılımlı, uyumlu insanların tersine(ters tepki) karşı çok dikkatli olmak lazım. Onların da insan olduğunu ve tersleyebileceklerini, yanlış anlayabileceklerini, yanlış yapabileceklerini, yanlışlarının olabileceğini, “iyi insan” olmalarını “putlaştırabileceklerini” unutmamak gerek.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Sular yükseliyor! (Allah'a şükür)

Biliyormusunuz?

Sular çekildiğinde karıncalar balıkları yermiş.

Sular yükseldiğinde ise balıklar karıncaları.




2011, suları yükselten yıl olmaya devam ediyor :)

26 Ocak 2011 Çarşamba

Gel(me)

"Gelirsen güneşli günlerimden biri daha olur”

Güneşli günlerde yakınlarını kaybetmiş olan kız'ın, tuzağa düşürülmek istenen hırsız kocasına/sevgilisine, telefonda eve gel derken, gelme deyişi…

Bazen "gel" demek "gelme" demektir, bazen de "gelme" demek gel demektir...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Olur mu?

Damla olmadan su olmaz, kum taneleri bir araya gelmeden kum olmaz, çimento tozları bir araya gelmezse çimento olmaz, bunların hepsi bir araya gelmezse(getirilmezse) harç olmaz, harç olmazsa bina olmaz.

20 Ocak 2011 Perşembe

Hayal kurmak

"Hayal kurmaya devam et pargalı ve sakın vazgeçme"


Kanuni zeki adammış, zekiliği; kendi aklının yanında, başkalarının aklını da kullanmasından kaynaklamıyormuş bence.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Yola çıkarsın...

Bazen hava günlük güneşliktir. Sonra, yolda yürürken yağmur yağmaya başlayıverir.
O zaman başının çaresine bakmanın yollarını ararsın. Buldun buldun, bulamadın ıslanırsın.

Bazen yapacak bir şey yoksa bütün uğraşmalara rağmen, yapacak bir şey yok demektir.

Ama bazen de yola çıkarsın, hava pusludur, yol devam ederken birden güneş açıverir, o zaman da güneş nimetinden olabildiğince faydalanmaya çalışmalısın. Çoğu zaman da hava güneşli ise gün de güneşlidir, hava pusluysa ya da yağmurluysa ya da soğuksa ya da karlıysa, günün tamamı da öyledir. O zaman da günün gerektirdiği gibi hareket etmelisin.

Lakin her hava koşulunda(her durumda) illaki yapılacak bir şeyler vardır.

Malum;
hayat
durmadan
devam
eden
bir
süreçtir…
Yoksa,
inişe ve çıkışa musade eden bir merdiven mi diyeydim :))

Aslında hayat, birçok vektör'ün keşiştiği yerde öz varlığımızın(yani ben, yani sen, yani o)durmasıdır.

Ama..

…ama yalan söylemeyeceksin…
bir filmdeki, bir repliğin, bir benimle, pir uyuşması.

11 Ocak 2011 Salı

Sınır

İnsan sınırlarını bilmeli...

... ne olduğunu bildiği kadar, ne olmadığını da bilmeli.